Bizi Arayın ? +90 242 538 73 73 +90 530 688 51 77

Makaleler

  • Erken çocukluk döneminde propriyosepsiyon gelişimi

    Çocukların anaokulunda okuma yazma ile tanışmasının daha iyi birer yazar ve okuyucu olmalarını sağlayacağına ilişkin yaygın bir inanış var. Ancak durum tam olarak böyle değil. Bir çocuğa, ancak gerekli nörolojik yollar oluştuysa yazmayı, okumayı ve hecelemeyi öğretmeye başlamalıyız.

    Herşeyden önce çocukların hem hareket ederken hem de hareket etmeden dururken çok iyi bir denge duyusuna sahip olması gereklidir. Daha anne rahmindeyken bile bebekler hareket ederek iç kulaklarındaki üç semisirküler kanalı uyarırlar. Bu kanallar farklı düzlemlerdeki hareketleri (aşağı/yukarı, ileri/geri, sağ/sola) algılayabilecek şekilde konumlanmıştır. Beyin bu kanallardan doğru bilgi almazsa, çocuk ayakta durmakta zorlanır. Okuma yazma öğrenmeye geçebilmek için beynin özgür olması gerek. Bu nedenle 6 yaşındaki bir çocuk yerde uzanmışken veya hareket ederken ona söylenen sözleri tekrar eder ve hatırlarken, otururken, özellikle otururken zorlanabilir.

    Bir çocuğun sakince oturup, dikkatini verip görsel olarak harfleri ve rakamları hatırlayabilmesi için öncelikle propriyoseptif  sisteminin (bedenenin uzaydaki pozisyonunu, konumunu, hareketini algılama duyusunun) gelişmesi gerekmektedir.

    Beyindeki bu propriyoseptif yollar tümüyle oluştuğunda, beyin bedenin her iki yanındaki kasların, eklemelerin, tendonların ve bağların haritasına sahip olacaktır. Bu dönem içerisinde sağ ve sol beyin arasındaki bağlantılar (bilateral entegrasyon) da oluşmaya başlar. Çocuklar gövdelerinin ve uzuvlarının farkına varıp, sağ ve sol beyin bağlantılarını tamamladıklarında bedenlerinin uzay içerisindeki 3 boyutlu ( öne/arkaya, yukarı/aşağıya, sağ/sola) konumunu duyumlamaya başlarlar. Gözleri kapalı dahi olsa, otururken, ayakta veya uzanırken bedenlerini, kollarını, ellerini, parmaklarını, bacaklarını ve ayaklarını konumlandırabilmeye başlarlar. Bedenlerini dik tutmak veya konumunu fark etmek için beyinlerini kullanmaya artık ihtiyaç duymazlar. Ancak o zaman dikkat göstermek, odaklanmak, öğrenmek ve sözel olmayan sosyal kuralları öğrenmek için özgür olacaklardır.

    Propriosepsiyon vücuda uzayda nerede olduğunu söyleyen duyudur. Öz düzenleme, koordinasyon, duruş, vücut farkındalığı, odaklanma ve konuşma becerisinde büyük rol oynadığı için beyin için çok önemlidir. Propriosepsiyon, farklı vücut parçalarımızın nerede olduğunu, nasıl hareket ettiklerini ve kaslarımızın ne kadar güç kullanması gerektiğini bilmemizi sağlayan duyudur. Derimizde, kaslarımızda ve eklemlerimizde bulunan duyu reseptörlerimizden proprioseptif girdi alırız.

    Proprioseptörler olarak bilinen reseptörler uyarıldığında, beynin uyarılma merkezine hareketlerimiz ve vücut pozisyonumuz hakkında bilgi verilir. Bu sistem içinde, beynin, çocuğun farkındalık düzeyini etkileyen üç ana bileşen (korteks, limbik sistem ve beyincik) vardır. Bu nedenle, çocuklara gün boyunca propriyoseptif girdi sağlayarak, öğrenme ve dikkatlerini odaklamak için uygun bir ortam yaratmak önemlidir.

    Anaokulumuzda tam da bu nedenle hareket en önemli faaliyetlerden biridir. Koşmak, zıplamak, tırmanmak, dar bir tahtanın üstünde yürümek, sallanmak, dokunmak, düşmek (düşe kalka sözü ne kadar da doğru bir söz aslında), bir yerini vurmak dahi çocuğun bedenini algılamasına yardımcı olur.

    Erken dönemde gelişmekte olan propriyoseptif sistem tüm hayatımız boyunca bizi pek çok farklı alanda etkileyecektir. Serbest hareket fırsatı tanınmış çocuklar, beden farkındalığına sahip olurlar ve bu, sadece bedeni değil beyin gelişiminin sağlığı için de gereklidir.

    Bırakın çocuklarınız özgürce koşsun, düşsün, tırmansın, sallansın, dokunsun, zıplasın…

  • Harf Öğretimi
    Waldorf okullarında birinci sınıfında alfabe yaratıcı ve resimsel bir şekilde sunulur. Alfabenin her bir harfi, çocuklara anlatılan bir öykünün parçasını temsil eden bir resim olarak sunulur. Örneğin, nehri ve dağların arasındaki vadiyi geçmek zorunda kalan bir çobanın hikayesini duyabilirler. Çocuklar daha sonra dağların arasında kalan Vadi için "V" harfini ve içinden zigzaglar çizerek akan Nehir için "N" harfiyle bir resim çizecekler. Bu şekilde çocuk, doğrudan alfabe harflerinin soyutlamasına gitmek yerine her harfle canlı bir ilişki geliştirir. Bu 'resimler', çocuğun resimsel düşünmesi ile yetişkinin soyut düşüncesi arasındaki gökkuşağı köprüsü olarak tanımlanabilir. Tüm harfleri öğrendikten sonra, bir sonraki adım, öğretmenin tahtadaki yazılarını, Waldorf okulundaki çocukların kendi yarattıkları kitaplar olan "ana ders kitaplarına" kopyalamaktır. Bu ilk yazılı cümleler ve hikayeler çocukların kendi deneyimlerinden gelir ve çocukların ilk 'okuma' pratiği kendi metinlerini okumaktır. Bu ilerleme tipik bir etkinlikle kendini gösterebilir: öğretmen tahtaya çocukların ezbere "bildiği" bir şiir yazacaktır. Aşina oldukları sesleri ve kelimeleri sevinçle tanıyan öğrenciler şiiri 'okumaya' ve sonra kitaplarına yazmaya başlarlar.
  • İlk Waldorf Okulunun Kuruluşu
      İlk waldorf okulu 1917 yılının başlarında Rudolf Steiner otuz yılı aşkın bir süredir yürüttüğü araştırmalarında bir sona varmak üzereydi. I. Dünya savaşı henüz sona ermemişken insan ruhunun, insan bedeni içinde nasıl bir yer edindiğini anlamaya başlamaştı. Beyin ve sinir sisteminin bilincimizin birer aracı olduğu, bilim çevresinde olduğu kadar, insanı ruhsal açıdan anlamaya çalışanlar arasında da biliniyordu. Ancak asıl soru insan his ve iradesinin bu yapıda nasıl yer aldığıydı. Rudolf Steiner, yıllarca süren çalışmalarının sonucunu nihayet paylaşmaya hazırdı. Bu çalışmalarında istek, his ve düşünceyi insan ruhunun üç temel katmanı olarak tanımladı. Sadece düşünce katmanında, beyin ve sinir sistemine bir fizyolojik araç olarak bakılabileceğini dile getirdi. İsteğe baktığımızda, metabolizmanın işleyişine bakmamız gerekirken, hissin kan dolaşımıyla iç içe olan nefesin ritmik atımında bulunduğunu belirtti. Bu nedenle, insan ruhunun insan bedeni aracılığıyla nasıl işlediğini anlamak için ruhun, düşünen, hisseden ve isteyen bir varlık olarak, fiziksel organizmayla( metabolizma, ritmik nefes alan metabolizma ve sinir sistemi olarak) bütünleştiğinin farkına varmamız gerekiyor. Vardığı bu sonuçlar, bu şekilde özetlendiğinde çok teorik ve hayattan uzak gibi görünse de, Steiner görüşlerini ilk olarak 1917 yılında iki konferans konuşmasında dile getirmiş ve ilerleyen iki yıl içinde detaylandırarak 1919 yılında Stuttgart, Almanya’da kurulmakta olan ilk Waldorf okulunun açılışında öğretmenlere 14 ders şeklinde sunmuştur. Bu dersler Waldorf Eğitim Pedagojisinin temelini oluşturmaktadır. 1. Dünya savaşının sona yaklaştığı 1919 yılında, dünyanın, özellikle Avrupa’nın içinde bulunduğu kaosun içerisinde insani bir farkındalık yaratmak için yürüttüğü çalışmalar, uzun zamandır öğrencisi olan Emil Molt’un dönüm noktası yaratan sorusunu sormasına neden oldu. Waldorf-Astoria sigara fabrikasının sahibi ve yöneticisi olan Molt, Steiner’a can alıcı soruyu sordu: Acaba Steiner, fabrika çalışanlarının çocukları için bir okul kurmak ve yönetmek ister miydi? Bu soru dört buçuk ay sonra ilk Waldorf okulunun kurulmasına neden oldu.